Nuri Pakdil'in Narin Bakışı / Enis Batur


Yaşayan Türk yazarları arasında yazdıklarını en çok merak ettiğim insan Nuri Pakdil. İşin açığı, yalnızca merak değil burada söz konusu olan: Bir o kadar da özlem. Yaklaşık on yıldır tek satırına rastlamadığımız Pakdil, benim gözümde 1970’li yılların en özgün yazın adamlarından biriydi: Kurcalayıcı bakışı, soyadına uygun dili, ince ince yontulmuş üslubu, dünyayı göğüsleyişindeki acılı ama umutlu yoğunluğuyla özel bir yazar.

Açık ya da örtük, istenmiş ya da istenmemiş bir kılavuzluk konumu da vardı galiba, Nuri Pakdil’in. Edebiyat dergisinin ve yayınlarının farklılığında oynadığı rolü küçümsediğimden değil, beni asıl ilgilendiren, o yönünden çok yazarlığıydı. Denemeleri, oyunları günlüğü, çevirileriyle topyekün bir ustalık.

Eksikliğini duymamın belirgin nedenlerinin başında, gelip geçici bir yazarlık serüveni olmayışı geliyor sanıyorum: Nuri Pakdil’e, bu on yıllık susku döneminin şu noktasında dönüp baktığımda, bir kuyruklu yıldız değil gördüğüm: Bir atımlığına parlamış, söyleyeceğini söyleyerek çekilmiş, kalem kırmış bir yazar olarak göremeyiz Pakdil’i. Susmuşsa, söyleyeceği kalmadığından değil besbelli.

Yeniden söz almaya hazırlanıyor olabilir mi? Yoksa, yazı dünyasında yolunu sessizce sürdürüp, yayın dünyasının uzağında kalmayı mı yeğliyor? Tahmin yürütmenin uzun boylu bir anlamı yok gerçi, gene de, kirlenen, gitgide kirlenen bir ortamın dışında durarak paklığını koruma çabası verdiği inancı ağır basıyor bende. Nuri Pakdil’i, kültürel bağlamda erozyonun hızlandığı bir dönemde geri çekilmeyi tek doğru çözüm yolu saymış seyrek ermişlerden biri olarak değerlendiriyorum.

Onbeş yıl önce yazmış olduğu bir mektubundan aktarıyorum: “Her şeyden önce, ilişkilerin demokratlaştırılması zorunlu. İlişkiler demokratlaştırılmadan özlerin, içeriklerin, kapsamların konuşulabilirlik şansı kalmamıştır: Çünkü yoğun buzlarla kuşatılmışızdır + bir metrekarede belki on cadı büyü yapan. Tüm engeller, insanları birbirlerinden uzaklaştırmak için çalışıyor: Tüm yeryüzü için duyumsayabildiğim yoğun acı bu. Narin bir bakış gerekli insana yeniden. Yüzüne vurmadan karalarını + kabullerini + redlerini. İnsan aradan ‘çekildiği’ için karanlıktayız. Kendi birikimini insan yine kendisi değerlendirmek zorunda: Sabırla. Ülküler yorgun düştü mü, sanatın damarlarındaki basınç artıyor + şimdi gözlemlenen o hızlı kan dolaşımıdır. Bir an önce ulaşmak isteği. Oysa, hız bilgeliğe karşı.”

Nuri Pakdil’in 1976’da yazdığı bu satırların arasından, 1994’e, belki daha da ötesine uzanan suskunluğunun gerekçelerini toplayabilir dikkatli gözler.

Hep düşünmüşümdür: “Sis”i delme uğraşı, savı amacı içinde olan bizler ola ki “Sis”i kalınlaştıranlar olduk. Doğrusunu Nuri Pakdil yaptı, çekilerek, Emin değilim gene de: O narin bakışa en çok şimdi gereksinme duymuyor muyuz?

Milliyet Gazetesi, 16 Ağustos 1994

Yorumlar

Popüler Yayınlar