Delik Kova / Murat Çiftkaya
BİR ZAMANLAR efendisinin evine her gün nehirden su taşıyan bir köle vardı. Köle boynunda taşıdığı bir sopanın iki ucuna birer kova asar, bu kovaları nehirden aldığı su ile doldurur ve eve getirirdi.
Ancak kovalardan birisi birkaç yerinden delinmiş eski bir kovaydı. Dolayısıyla, nehirde ağzına kadar doldurulan suyun ancak yarısını tutabilirdi eve kadar. Diğeri ise yepyeni ve sağlam bir kovaydı. Suyu hiç sızdırmadan taşırdı. Tam iki yıl bu böylece devam etti. Sucu köle nehirde iki tam kova dolduruyor, efendisinin evine geldiğinde ise geriye sadece bir buçuk kova su kalıyordu.
Deliksiz kova bu başarısıyla gurur duyuyor ve “Ben işimi tam görüyorum” diyerek böbürleniyordu. Zavallı delik kova kusurundan dolayı utanıyor ve kendisinden beklenenin sadece yarısını yapabildiği için hep üzülüyordu. İki yıl boyunca deliğinden su sızdırmayı içine sindiremediği için, bir gün dile gelip nehir kenarında sucuya şöyle dedi:
“Ey sucu insan! Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum.”
“Niye ki?” diye sordu sucu. “Neden utanıyorsun?”
“İki yıl boyunca, yan tarafımdaki çatlaklar yüzünden sular akıp gitti ve yükümün sadece yarısını efendinin evine götürebildim. Benim kusurum nedeniyle sen de gayretlerinin karşılığını tam alamıyorsun.”
Sucu eski delik kovaya acıdı ve şefkatli bir sesle şöyle dedi: “Efendinin evine dönerken, yol kenarındaki çiçeklere bir dikkat et istersen.”
Gerçekten de, tepeye çıkarken, delik kova yol kenarındaki enfes yaban çiçeklerini gördü; bu onu birazcık neşelendirdi. Ama yolun sonunda yine kederlendi, çünkü yükünün yarısını yine çatlaklardan akıtmıştı. Bu başarısızlığından ötürü sucudan yine özür diledi. Ama sucu kovaya şöyle dedi:
“Yolun sadece senin tarafında çiçekler açtığını, diğer tarafında hiç çiçek olmadığını fark etmedin mi? Bu neden böyle biliyor musun? Ben senin delik olduğunu baştan beri biliyordum ve bundan faydalanmak istedim. Senin tarafındaki yol kenarına çiçek tohumları ektim. Ve her gün dereden dönerken onları sen suladın. İki yıl boyunca bu güzel çiçeklerle efendimin masasını süsleyebildiysem, bu senin sayende oldu. Yani senin sayende efendimin odası bu çiçeklerle böylesine güzelleşti.”
***
Bir delik kovayız, adandığımız yolda. Ya da olmalıyız.
Belki de, ettiğimiz hizmetin fark ettiğimizden fazla olduğunu bilmeden yürümeliyiz doğru bildiğimiz yolda.
Kılıcın iki keskin ucu gibidir halimiz. Ya da, iki yanı uçurum dar yolda yürür gibi.
Bir yanımızda, eksiğimizi ve kusurlarımızı bahane eden ümitsizlik uçurumu ağzını açmış bekler; öte yanımızda, elimizden çıkar görünen iyilikleri ve hizmetleri kendinden bilen benlik ve gurur.
İkisi de yakar, ikisi de bitirir hizmetimizi, iyiliklerimizi.
Ümitsizlik “Senden adam olmaz, ne işe yararsın ki!” deyip iyilikten ve hizmetten kesmeye çalışır elimizi. Az’a razı olmayan ümitsizlik, az olanı da yok eder. Ve insan en başta kendine yazık eder.
Emaneti sahiplenen gururumuz ise, hizmetimizin güzelliğini çalıp götürür, geriye niyeti bozuk bir amel, ruhu yitmiş bir bedene benzer bir iş kalır elimizde. Var’ı yok, güzeli çirkin eyleyen bir hale düşeriz.
Oysa delik kova, bütün eksik-gediğimize rağmen yolumuzda yürüyebilmeyi ders verir bize. Kusurumuz tevazumuza vesile olur, kibirden alıkoyar. Tevazumuz, az olanı çoğaltır; güzel olana ayrı bir güzellik katar.
Nasıl ki amelleri güzel amel eyleyen niyetse, hizmetleri başarıya ulaştıran da tevazu ve farkında olmayıştır. Delik kova gibi kusuruna rağmen ümidini yitirmeyiştir.
Biz işimize bakalım. Varsın, tevazumuzla ve mahviyetimizle hangi gönüllerde çiçekler açılmasına vesile olduğumuzu bilmeyelim. Ama, tevazuyla yaptığımız küçük bir hizmetin mağrurane yapılan büyük bir “hizmet”ten daha büyük ve bereketli olduğunu bilelim, bu yeter!
05/03/2006
© 2009 karakalem.net,
Yorumlar
Yorum Gönder