TASAVVUF ve EDEBİYAT / Osman Nuri Topbaş



Asıl faaliyet sahası gönül âlemi olan tasavvuf, mânevî ve derûnî his, fikir ve heyecanları belli bir üslûp ve âdâb dâhilinde satırlara, mısralara, yâni kelâma da aksettirmiştir. Böylece ferd olarak birebir ulaşamadığı nice sadırlara, satırlar vâsıtasıyla ulaşırken sâdece gönüllere değil, derinlik ve muhtevâ enginliğine sâhip oluşuyla da edebiyata büyük bir zenginlik kazandırmıştır. Âdetâ edebiyat, insandaki görüş ufuklarını genişleten, gönlü derinleştiren, tefekkür ve tahassüs zarâfeti ile idrâke incelik veren bir bediî sanat olma vasfında müstesnâ bir zirveye ulaşmıştır.

Edebiyat târihimizde “Tekke Edebiyatı” adı altında kendini gösteren sâde, akıcı, bâzen lirik ve bâzen tâlimî (didaktik) türdeki edebî mahsullere, dînî-tasavvufî değerler yoğun bir şekilde aksetmiştir. Allâh’ın birliğinden bahseden tevhîd, O’na yanık ilticâları ifâde eden münâcaat ve Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e duyulan aşk, muhabbet ve hasreti mevzu edinen na’t gibi edebî türler, halkın mâneviyâtının takviye edilmesinde, dertli ve yorgun gönüllerin tesellî bulmasında, günah, isyân ve gafletten uzaklaştırılmasında, cemiyette muhabbet, kardeşlik, sulh ve sükûn hâlinin tesisinde pek faydalı bir vazîfe icrâ etmiştir.

Yûnus Emre’nin, Moğol istîlâları hengâmesinden başlayıp zamânımıza kadar yedi asırdır devâm edegelen şiirleri, halkın irşad ve tesellî kaynaklarından biri olmuştur. Yâni bu tür edebî mahsûller veren mutasavvıflar, dînî heyecânın geniş halk kitlelerine taşınmasında, mânevî değerlerin zinde tutulmasında mühim hizmetler vermişlerdir. Hoca Ahmed-i Yesevî, Hacı Bayram-ı Velî, Eşrefoğlu Rûmî ve Aziz Mahmûd Hüdâyî -kaddesallâhu esrârahum- Hazarâtı bunların başlıcalarıdır.

Dîvân edebiyatı ise, daha çok aruz vezniyle yazan ve sanatkârâne üslûbuyla dikkat çeken şâirlerin eserlerinden meydana gelmiştir. Nesir türünde de eserler verilmiş olmasına rağmen, manzûm eserlerin galebesi sebebiyle “dîvân edebiyatı” diye bilinen bu dönemde de tasavvufî tefekkür ve derinliğin büyük tesiri görülmüştür. Şiirlerin kelime hazînesinde bulunan pek çok rumuzlarla tasavvufî incelikler yüksek bir zevke hitâb eder tarzda ve mâhirâne bir sûrette ifâde edilmiştir.

Ayrıca edebî türlerin her birinde farklı bir rûhî heyecanın tezâhürü hâkimdir. Tevhîdlerde coşkun bir rûh hâlinin sonsuz ilâhî ufuklara doğru kanat çırpışları sezilir. Husûsiyle mutasavvıf şâirlerin yazdığı tevhîdler, gönlü apayrı bir îmân fezâsının seyyâhı eyler.

Na’tler, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e duyulan aşk ve muhabbetin, mısralara dökülmüş yanık terennümleridir. Gönüllerde resmedilen muhabbet tablolarıdır. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e duyulan engin tahassür ve iştiyâkı Fuzûlî’nin na’tindeki:

Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl

Başını taştan taşa urup gezer âvâre su…

“(O rahmet Peygamberi’nin) ayağının (değdiği, gezip dolaştığı, mübârek) toprağına ulaşayım diye, su(lar), hiç durmadan ömürler boyu baş(lar)ını taştan taşa vurarak âvâre (ve meclûb bir şekilde) akmaktadır.”

Mevlânâ, Fuzûlî, Nâilî, Nâbî, Nahîfî, Şeyh Gâlib ve daha nice şâirler, eserlerini tasavvufî neşveden beslenen bir gönül iklîminde yeşertmişlerdir.

Bütün bunlar gösteriyor ki, tasavvufî derinlik ve muhtevânın edebiyata apayrı bir zenginlik ve olgunluk kazandırdığı bir gerçektir. Şiir ve edebiyat zevkinin geniş halk kitlelerine ulaşmasında böyle bir muhtevâdan beslenmekte olmasının da büyük bir tesiri vardır. Nitekim, edebiyat târihçisi Nihad Sâmi Banarlı

da;

“Türk edebiyatını vücûda getiren, geliştiren ve olgunlaştıran tasavvuftur.” sözüyle bu hakîkati ifâde etmiştir.

Bu gerçeğin zirvede olduğu dönemlerde dünyevî bir şâir olarak bilinen Nedîm’in bile na’t yazması ve hattâ Tevfik Fikret gibi bir şâirin de tevhid yazarak meşhur olması, bu gerçeğin mânidar yansımalarıdır.

Diğer taraftan edebiyatın ve hâssaten şiirin insanları belli bir his ve fikre meylettirmesi için kullanılmasının takdîre şâyân bir keyfiyet olduğu, şu hadîs-i şerîfle de sâbittir:

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bu sahaya verdiği ehemmiyeti şöyle ifâde eder:

“Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, şâir Hassân bin Sâbit için mescidde husûsî bir minber koydurdu. Hassân, onun üzerine çıkıp oturur ve Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i hicvedenlere şiirle cevap verirdi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de onun hakkında:

«Allâh Teâlâ, Hassân’ı, o, Allâh Rasûlü’nü savunduğu müddetçe Rûhu’l-Kudüs’le te’yîd eder.» buyururdu.” (Tirmizî, Edeb, 70; Ebû Dâvud, Edeb, 87)

Burada Cebrâîl’in şiir söyleyen Hassân ile olması, Hak yolundaki şâire Allâh tarafından ilhâm gelmesi ve ilâhî te’yîde mazhar olması demektir.

Yorumlar

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar