ŞİŞEDE TÜRK KANI / Osman Nuri Topbaş




Osmanlı Devleti’nin son günlerinde devlete ârız olan zaafların, batılılaşmış yarı câhil bir kadronun ihânet ve acziyetinin eseri olarak gerçekleştiği mâlumdur. Bundan istifâde ederek son darbeyi vurmak isteyen düşmanların ilk olarak açtıkları cephe, Trablusgarb Cephesi’dir.

Daha önce de ifâde ettiğimiz üzere İttihatçıların âlim(!) sadrâzam diye Roma büyükelçiliğinden getirtip hükümetin başına geçirdikleri, -günümüz tâbiriyle- devletler hukuku profesörü Sadrâzam İbrâhim Hakkı Paşa, bugünkü Libya Devleti’nin esâsı olan Trablusgarb vilâyetimizi, âdeta İtalyan işgâline âmâde bir hâle getirmişti. İtalyanların oraya saldıracağını Roma’da büyükelçilik mevkiinde bulunması sebebiyle en iyi bilmesi gereken bu gâfil sadrâzam, Trablusgarb’daki askerleri gereksiz bir sûrette Yemen’e göndermiş, oradaki vâliyi de basit bir mes’ele için merkeze çağırmıştı. İtalyanlar, vâlisiz ve askersiz Trablusgarb vilâyetimize trampet çala çala çıkarma yapmıştı. Bunun üzerine îman heyecânı ile oraya koşan pek çok vatanperver askerin nisbetsiz güçler arasındaki dâsitânî mücâdelesi, bütün dünyâda haklı bir takdir ve hayranlık uyandırmıştı.

Türk askerine bu takdir ve hayranlığı duyanlardan biri de Pâkistan’ın kuruluşunda fikir babalığı yapmış olan şâir, Muhammed İkbâl’dir. O büyük ve mütefekkir zât, kendi ülkesinde Hindûlara karşı müslümanları ayrı ve müstakil bir siyâsî varlık hâline getirebilmek için çalışırken, İtalyanların Trablusgarb vilâyetimize saldırmasına dâir haberle sarsılmıştı. Fakat çok geçmeden bir avuç Türk’ün orada ortaya koyduğu yiğitlik ve fedâkarlık haberleri ile tesellî bulmuş, hattâ bu kahramanlıkları kendi halkına cesâret vermek için şiirleriyle ebedîleştirmiştir.

O sırada Hind müslümanları (bugünkü Pakistanlılar) Türkiye’ye destek olabilmek için bir miting tertib etmişlerdi. Muhamed İkbâl, bu mitingde topluluğu heyecâna getiren Urdu dilinde müthiş bir şiir okumuştur. O şiirde deniliyordu ki:

“Bu dünyânın son derece muzdarip eden hâllerinden sıkılmış, başka bir âleme göçmüştüm. Melekler beni Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzûruna getirdiler. Peygamberimiz sordu:

«–…Bana güzel bir koku gibi yaklaştın. Söyle bana o dünyâ âleminden getirdiğin güzel hediye nedir?»

«–Yâ Rasûlallâh!» dedim. «–Dünyâda huzur ve rahat kalmadı. Arzu edilen hayat ele geçmiyor. (İnsan istediği gibi huzur içinde dînini yaşayıp mâneviyâtını artıramıyor.) Varlık bahçelerinde binlerce lâle ve gül var, fakat hiçbirinde vefâ kokusundan eser yok. (Dünyâdaki varlıklar fânî ve geçici… Onlara iltifat etmeye, hediye diye götürmeye değmez.) Buna rağmen huzûrunuza hediye olarak billur bir şişe getiriyorum. Bu billur şişenin içinde o derecede kıymetli bir şey var ki, emsâlini bulmak imkânsızdır. Bu şişede ümmetinizin nâmusu, şerefi ve vicdânı vardır. Bu şişede, Trablusgarb İslâm beldesinde işgalci İtalyanlara karşı harb ederken şehid düşen Türk askerlerinin mübârek kanı vardır.»”

Bu müthiş hitâb üzerine, oradaki insanlar neleri varsa verdiler. Trablusgarb Harbi’nden başlayarak, I. Dünyâ Savaşı ve İstiklâl Harbi’ne kadar, devamlı Osmanlı’ya yardımda bulundular.

Aynı İkbâl, harb-i umûmî musîbetleri karşısında bir başka şiirinde de:

“Osmanlıların üzerine kederden bir dağ yığılmışsa da sen üzülme, çünkü bin yıldızın kanı dökülmeden şafak sökmez.” diye ümmete şâirâne bir üslûb ile ümit ve şevk vermeye çalışıyordu.

İslâm şâiri İkbâl, “Tulû-i İslâm” adıyla millî mücâdelemiz için bir nevî destan kaleme almış ve bunda Türk askerinin kahramanlığını göklere çıkararak “Allâh onlara yardım etsin!” niyâzında bulunmuş ve:

“–Atınız nereye kadar giderse oraya kadar atılın, düşünmeyin! Biz bu meydanda nice kereler tedbîr yüzünden mat olduk. Âlem-i İslâm arkanızdadır!..” diye Türk’ün cesâretini daha da artırmak için şiirin tesir gücünü keskin bir kılıç gibi kullanmıştır.

Osmanlı cihan devleti, gizli düşman faâliyetleri netîcesinde milletine yabancılaşmış ve devlete hâkim olmuş bulunan İttihatçı gürûhun elinde bâdireden bâdireye sürüklenmiştir. Bu bâdirelerin ilki, yukarıda zikretmiş olduğumuz gibi, (1911) Trablusgarb Harbi’dir. Onu tâkiben (1912) Balkan Harbi ve (1914-18) Birinci Cihan Harbi, Türk askerinin sayısız ve emsâlsiz kahramanlık menkıbeleriyle cereyan etmiştir ki, bunun en muhteşem safhası Çanakkale Muhârebeleri’dir.

O büyük devlet, hayâtına son verilirken bile Çanakkale’de mâzinin derinliklerinde kalmış, eski azametli zaferlerle boy ölçüşebilecek yeni ve nihâî bir destan yazmıştır. O derecede ki, iki yüz elli bin vatan evlâdını şehid vermek pahasına, teknik üstünlüğe sâhip üç yüz bin kişilik müstevlî askerlerinin Çanakkale’yi geçmesini engellemiş; izzetini, şerefini ve pâyitahtını korumuştur.

Ciltlerle yazılsa anlatılamayacak olan bu “Çanakkale Destânı” hakkındaki takdirkârlıklardan küçük bir numûne ile yazımıza son verelim:

O yıllarda bir taraftan Kafkasya ve Galiçya’da Ruslarla, Filistin ve Sûriye havâlisinde İngilizlerle, diğer taraftan da Çanakkale’de İngiliz, Fransız ve İtalyan asker ve donanmasıyla harbeden Osmanlı’nın müttefiki Almanlar, bizim Galiçya cephesine iki tümen göndermiş olmamıza rağmen, bize ancak birkaç generalle destek olmuşlardır. Bunlardan birisi Liman Von Sanders’tir ki, önce Çanakkale, sonra da Sûriye Cephesi’nde, cephe kumandanlığını deruhte etmiş olması sebebiyle “Türk askeri”ni yakînen tanıma fırsatını elde etmişti. Alman asâlet ünvânı olan “Von” sıfatıyla anılmakta olan bu generalin Türk askeri hakkında sayısız hüsn-i şehâdetinden şu birkaç cümle, Mehmetçiğin dünyâda meşhûr olduğu karakter ve kahramanlığın, târihî tescil ve ikrârına en iyi bir misâldir:

“Çelikten, mânevî kuvvetten, vatan aşkından bir insan yapısı ne demektir? Bu sorunun cevâbı, işte bu gösterişten uzak, mütevekkil ve sâkin Anadolu çocuğunun ta kendisidir! Yaralı düşmanını sırtında siperlerine getiriyor, sargı bezi olmadığı zaman, bir yedeği daha bulunmayan gömleğini yırtarak onu sarıyordu.” (Çanakkale 5. Ordu Kumandanı, Liman Von Sanders)

Bu sözler, milletimizin karakterine nakşolmuş olan îman ve vatanperverlik duygusunu ifâde eden en müşahhas misâllerden sadece bir tânesidir.

Yâ Rabbî! Vatan ve milletimizin istikbaldeki kaderini, şerefli mâzîmizde olduğu gibi şanlı zaferlerle âbâd eyle! Mübârek ecdâdımızın dîn, îman ve vatan müdâfaası uğrundaki cesaret ve sevdâ dolu fedâkârlıklarından bizlere ve nesillerimize de hisseler nasîb eyle!

Âmîn…

Yorumlar

Popüler Yayınlar