CANLI KURAN OLMAK / Osman Nuri Topbaş
Cenâb-ı Hakk’ın insana dünyadaki lutuf ve ikramlarının en büyüklerinden biri, onu Kur’ân-ı Kerîm’e muhâtap kılmasıdır. Ancak bunun da mes’ûliyetleri artırdığı muhakkaktır.
****
1400 yıllık İslâm tarihinin en az bin yılını “kelime-i tevhid”i yüceltme davasının lideri olarak idrâk etmiş olan bir milletin bugünkü durumu İslâm ile mîzân edildiğinde ağır bir mes’ûliyyeti mûcîb bir manzara arz etmektedir. Fakat böyle bir zamanda îmân ve âmel-i sâlihe sarılmanın müstesnâ bir değeri vardır. Bu değerin zirve noktasını da Kur’ânî hizmetler teşkil eder. Çünkü, bir dâvânın zayıf zamanında yapılan himmet, onun galebe vaktindeki gayretlerden çok daha değerli ve ehemmiyetlidir.
****
İnsan kelâmı ne kadar yüksek olursa olsun yine de muayyen bir hudûdu vardır. Her akıl sahibi lisân ehli onu az çok kavrayabilir. Fakat Cenâb-ı Allâh’ın kelâmında, sınır tanımayan bir genişlik, nihâyetine varılamayan bir enginlik, doyulmayan ezelî bir âhenk ve ebedî bir lezzet vardır. Beşerî ilim ve tefekkür ne kadar yükselirse yükselsin Kur’ân-ı Kerîm’in muhtevâsındaki hakîkatlerin ufkuna aslâ varamaz. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm, Zât-ı İlâhî’deki hakîkatlerin kâffesinin bizim idrâk dünyamıza kelâm sûretindeki bir tezâhürüdür. Rabb’in zâtını kavrayamamak gibi Kur’ânî hakîkatlerin nihâyetine varmak da beşer idrâki için mutlak bir sûrette imkânsızdır.
****
İnsanın rûh ve bedeninin âmil olduğu fiillerdeki değer ve âhenk, Kur’ân-ı Kerîm’in füyûzât ve rahmetinin eseridir. O füyûzâttan mahrum kalındığı zaman bu âhenk bozulur ve beşerî hayat nefsânî arzuların girift bir çatışma sahası hâline gelir.
****
Kur’ân’a sarılmayıp muvâzenesini kaybeden her insan, insanlık haysiyetine yazık etmiş, bu nîmete nâiliyyet karşısında en dehşetli bir nankörlüğe sürüklenmiş, hevâ ve heves girdaplarında kendisini helâk etmiş demektir.
****
Kur’ân, mü’minlere iki cihân seâdetini bahşetmek için indirilmiştir. Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:“Kur’ân’a sımsıkı sarılınız, onu rehber ve kumandan biliniz. Zîrâ o, âlemlerin terbiyecisi olan Allâh’ın mübârek kelâmıdır. O’ndan geldi, yine O’na varacaktır.” buyurmuştur.
****
Ferdin ve cemiyetin seâdeti, Kur’ân dünyâsına îmân şuuruyla girmekle tahakkuk eder. Kur’ân, insanın zâhir ve bâtınını aydınlatan ilâhî bir nûrdur.
****
Kur’ân âyetleri; târihî karanlıkları aydınlatan, çözülmez muammâları açan, dünyâ ve âhıret hayâtının bahârını bahşeden mûcizeler diyârıdır. Kur’ân-ı Kerîm bize eski zamanların, geçmiş milletlerin vak‘alarını hikâye ederken pek çok ibretler ve hikmetler lutfetmekte; istikbâle dâir nice hayâtî ve ictimâî dersler vermektedir.
****
Gönül insanı için Kur’ân-ı Kerîm, tefekkür dünyâsının derinliklerine açılan ihtişamlı bir kapıdır. Kanayan rûhlara şifâ, yorgun gönüllere safâ bahşeden ilâhî bir hikmet menbaıdır.
****
Kur’ân’dan uzak bir hayat, mutlak bir ebediyyet intihârıdır.
****
Kelâmların en güzeli o olduğu için beşere âit sesin ihtişâmı ve güzelliği de Kur’ân tilâvetinde kemâle ulaşır. Hakîkate müştâk gönüller her sese doyabilir fakat Kur’ân sesine aslâ!.. Onun nağmesinde, katılaşmamış kalbler için cennet râyihaları tüter.
****
Kur’ân’a karşı gösterilen ihmâlden daha ziyâde insanın mânevî hayatını karartan başka bir hatâ yoktur. Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, ümmetinin günahları gösterildiğinde en büyük günah olarak “öğrendiği Kur’ân’ı unutma”yı görmüşlerdir.
****
Kur’ân rûhâniyetinden mahrûm kalmış bir toplumun hayatı, ikbâl güneşi batmış, karanlık bir hayatın kâbuslu gecesine benzer. Kur’ânî hakîkatler karşısında dünyâlık bilgileriyle övünüp mücâdeleye girenler, hiç düşünmüyorlar ki; ilimlerin temelini teşkîl eden aklı Allâh yaratmış; fikirlerinin parıltıları Allâh Teâlâ’nın irâdesi ile meydana gelmiştir. Kur’ânî hakîkatler onların kendilerini de ilimlerini de ihâta etmektedir.
****
Târih şâhiddir ki fertler, âileler ve milletler ilâhî emânet olan Kur’ân-ı Kerîm’e tâbî oldukları nisbetle âbâd olmuşlardır. Kur’ân-ı Kerîm’i kabûl etmeyen topluluklar bile -bugünkü batı âlemi gibi- nâil olabildikleri dünyevî refah ve huzûru Kur’ânî olduğunu bilmeden tatbîk ettikleri bir takım düstûrlara borçludurlar.
****
Hak ve hakîkat adına her fetret devrinden kurtuluşun bir numaralı sâikı, Kur’ân-ı Kerîm hizmetindeki gayretten ibârettir. Asıl bereket bundadır.
****
Kur’ân’ın tâlim ve terbiyesi uğruna milletimizin yarım ekmeğinden pay ayırarak binbir fedâkârlıkla kurduğu Kur’ân Kursları ve İmam-Hatip Mektepleri’ne yavrularımızı gönderelim. Onların yavaş yavaş kapanmasına göz yummayalım. Cenâb-ı Hakk’ın ihsân ettiği Kur’ân-ı Kerîm nîmetini takdîr edemeyip, istikbâl endişesiyle basit, fânî ve süflî menfaatlerin peşine takılıp, ümîdini fânîlerin diplomalarına bağlamak sûretiyle Kur’ân dünyâsından mahrûm kalanlardan olmayalım. Sonunda bu fânî takıntıların bomboş olduğu görülür lâkin, her şey bitmiş olur.
****
Kur’ân düşmanlığı kadar büyük bir bedbahtlık düşünülemezse de onun hizmetinde bulunmak husûsundaki ihmâlkârlık da ona yakın derecede bir vebâli mûciptir. İnsanların selde sürüklenen kütükler misâli zamânın menfî modalarına kapıldığı günümüzde ayakta kalabilmemiz; küfür, ilhad ve tâviz selinden üzerimize bir katre dahî sıçramayacak sûrette korunabilmemiz için, yakınlarımıza, âile efrâdımıza, muhîtimize Kur’ân’ı öğretmeye, onun nûrunu, feyzini, bereketini yaymaya gayret etmeliyiz.
****
Kur’ân’a olan ihtiyâcımızı aslâ unutmamalıyız. Kur’ân’la dâimî bir ünsiyet içinde hemhâl olmamız; onun emir ve nehiyleri ile istikâmetlenmemiz ve ahlâkı ile ahlâklanmamıza vesîle olur. Aksine hareket büyük bir hüsrandır.
****
İnsan için vaad olunan dünyâ ve âhıret seâdeti, ancak Kur’ân’a râm olabilmek mukâbilindedir.
****
Her hakîkat Kur’ân’da gizli, her seâdet îmânda zâhirdir. Cihânın en hayırlı ve mes’ûd insanları, Kur’ân gölgesi altında toplanan, onun hayat nûru ile nûrlanan ve onda fânî olanlar, yâni canlı bir Kur’ân hâline gelebilenlerdir.
****
“Rahmân (çok merhametli olan Allâh), Kur’ân’ı öğretti. İnsanı yarattı. Beyânı öğretti.” (Rahmân, 1-4) âyetlerinin îzâhında: “Cenâb-ı Hakk, Kur’ân’ı öğretmek için insanı yaratmış ve beyânı da ona Kur’ân’ı anlaması için öğretmiştir.” denilmiştir. Zîrâ Allâh Teâlâ’nın, bu âyet-i kerîmelerde evvelâ Kur’ân’ı öğretmesinden, sonra da insanı yaratmasından bahsedişi, yaratılış hikmetinin mecâzî bir ifâdesidir. Bu ifâdede, insanın hilkat gâyesinin, sırf dîn ve ilim olduğunun bilinmesi ve Kur’ân’a karşı mes’ûliyetin idrâk edilmesi vardır.
****
Rahmân olan Allâh’ın insanlığa rahmetinin en büyük tecelligâhı olan Kur’ân, beşeriyyet için kıymet ve değeri târiflere sığmayacak derece ulvî ve büyük bir nîmettir. O, insan ve kâinâtın temel kanun ve kâidelerinin en mükemmel ve en doğru tercümânıdır. Levh-i Mahfûz’dan indirilmiş yegâne hidâyet rehberidir.
****
Kur’ân ahlâkı, çok derin ve yüce bir hâldir. Gönüller, Kur’ân’la yoğrulabildiği ölçüde ve ihlâsları derecesinde ondan nasîb alırlar. Bu nasib, kiminde az, kiminde vasat, kiminde ziyâdeli olmak üzere pek muhteliftir. Yâni gönül farkına göredir.
****
Canlı bir Kur’ân olabilmekse, Kur’ân’ı en güzel şekilde öğrenmek ve yaşamak ile başlar. Bu da; Kur’ân’ın ilim iklîmine girmek, onun hikmet deryâsına dalmak, ibret manzaralarından ders almak, irfân sofrasından gıdâlanmak, ihsân ufkuna yönelmek, musibetler karşısında sabır silâhına sarılmak, ilâhî programa rızâ hamuruyla yoğrulmak, teslîmiyet menbaıyla dolmak, hizmet pınarından içmek ve içirmek, fedâkârlık libâsını kuşanmak, muhabbet sarayına dâhil olmak, hakkı ve sabrı tavsıye yolunu tutmak, infâkı tabîat-i asliyye eylemek, istikâmet üzere amel-i sâlihlerde bulunmak, hâsılı gönlü dikensiz bir gül bahçesi hâline getirerek Hakk’ın muhabbet nazarına mazhar kılabilmek demektir. Buna muvaffak olanlar, yâni canlı bir Kur’ân hâline gelenler, ez-cümle onun ilmiyle âmil, hikmetiyle kâmil olurlar. Böylece ârifler, sâlihler, zâhidler, âşıklar ve sâdıklar kervânına dâhil edilirler. Dolayısıyla hayatımızın her noktasına Kur’ân’ın nûrunu aksettirmek ve gönüllerimizi onun kevseriyle nasiplendirerek ebediyyete yönelmek, sonsuz seâdetimizin yegâne vesîlesidir.
****
Kur’ân, insana her türlü ulvî vazîfeyi ve muhabbeti öğreten mukaddes bir mekteptir. O, insana yaratışılındaki hikmet ve cevheri muhâfaza ettiren, ondaki ilâhî güzelliklerin tezâhürüne vesîle olan bir Hakk nutkudur. Onun terbiyesi altına girerek onda fânîleşenler, akıllarını îmân hakîkatlerine, gönüllerini kudsî manzaralara, ahlâkî neş’elere ve fazîlet duygularına, âzâlarını hayırlı davranışlara adarlar. Canlı bir Kur’ân hâline gelirler.
****
Kur’ânlaşan insan, şu koskoca kâinâtın bir yelpâze misâli dürülüp içine sığdığı minyatür bir âlem olma vasfının inkişâfını yaşar. O, tohum içinde gizli koca bir çınar, zerre içinde büyük bir kürre ve ferd içinde cemiyet kabîlinden nice muazzam oluşların özü hâlinde bir varlık olur ve meleklerden üstün bir noktaya gelir. Çünkü o, Kur’ân ahlâkı ile hakîkatte Allâh’ın ve Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in ahlâkına bürünmüştür.
****
Sünnetleri, farzların fazîlet ve şerefiyle kıyaslayarak hafîfe almak veya terketmek, Kur’ân rûhuna muhâliftir. Zîrâ sünnete bağlılık, farzların lâyıkıyla îfâsına ve ikmâline vesîledir. İbâdetin ziyneti ve süsüdür; makbûl olmasına da müessirdir.
Yorumlar
Yorum Gönder